8gpjV. Yüzlerce yıl boyunca hüküm sürmüş Osmanlı İmparatorluğu’nda asıl karar alıcı padişah olsa bile alınan tüm kararlar, öncesinde Divan Teşkilatı adı verilen birimde görüşülür ve devletin önemli yetkililerinin fikirleri alınırdı. Gelin Divan Teşkilatı nedir yakından bakalım ve üyelerinin görevleri nelerdir tüm detaylarıyla görelim. Devlet yönetmek karmaşık bir meseledir. Filmlerde ve dizilerde sanki tüm devleti tek bir kişi yönetiyor gibi görsek bile aslında monarşilerde dahi kararlar, pek çok devlet yetkilisinin fikirlerinin alındığı toplantılar sonrası verilirdi. Osmanlı İmparatorluğu’nda bu toplantılar, Divan Teşkilatı adı verilen birim tarafından yapılırdı. Divan Teşkilatı yapısını bugünün bakanlar kurulu olarak düşünmek yanlış olmaz. Divan Teşkilatı adı sonradan yerleşmiş olsa bile aslında hem Türk hem de İslam devletlerinde, liderin fikir toplantıları yapma geleneği vardır. Bu toplantılarda tüm devlet meseleleri enine boyuna konuşulur ve konu hakkında bilgili olan devlet yetkililerinin fikirleri alınırdı. Gelin Divan Teşkilatı nedir yakından bakalım ve üyelerinin görevleri nelerdir tüm detaylarıyla görelim. Divan Teşkilatı nedir? Divan Teşkilatı, Osmanlı İmparatorluğu’nda zaman zaman padişah başkanlığında toplanan ve devlet meselelerinin görüşüldüğü birimdir. Bugünün bakanlar kurulu olarak düşünebileceğimiz bu teşkilat, devletin en kıdemli yetkililerinden oluşurdu. Son söz her zaman padişahın olsa bile bu birim ile yapılan toplantılarda teşkilat üyelerinin fikirleri mutlaka alınırdı. Dönem dönem değişiklik gösterse de bazı tarihlerde her gün bile toplandığı görülen Divan Teşkilatı’nda en önemli devlet meseleleriyle birlikte halkın sorunları da konuşulurdu. Osmanlı bürokrasi sisteminin zirvesini temsil eden bu teşkilat, yıllar içinde güçlense bile 19. yüzyıl ile birlikte önemini tamamen yitirmiştir. Divan Teşkilatı’nı kim kurdu? Divan Teşkilatı’nı anlamak için öncelikle divan geleneğine bakmak gerekiyor. Divan, devlet yönetimi hakkında bilgili ve yetkili kişilerin lider başkanlığında toplanarak yaptığı fikir toplantılarıdır. Hem Türk hem de İslam devletlerinde divan geleneği vardır. Osmanlı da bu geleneğe uyarak ilk günden beri divan danışma birimi ile kararlar almıştır. Divan yapı sisteminin II. Mahmut döneminde tam olarak oturduğunu söylemek mümkün. Ancak bazı kurallar çerçevesinde oluşturulması ve Divan Teşkilatı adını alması Fatih Sultan Mehmet döneminde olmuştur. Fatih Kanunnamesi’nde Divan Teşkilatı hakkında pek çok kural detaylarıyla belirlenmiştir. Fatih’e kadar divana padişah başkanlık ediyordu. Fatih ile birlikte bu gelenek değişmiş ve divana vezirin başkanlık yapmasına karar verilmiştir. II. Beyazıt ve Yavuz Sultan Selim dönemlerinde daha da gelişen Divan Teşkilatı sistemi, en güçlü dönemini Kanuni Sultan Süleyman ile birlikte yaşamıştır. Divana vezir başkanlık etse de toplantı, padişah tarafından izlenmiş ve daha sonra alınan kararlar onay için padişaha arz edilmiştir. 17. yüzyılda Divan Teşkilatı yapısı güç kaybetmeye başlamış ve toplantılar sadrazamların konaklarında yapılır hale gelmiştir. Osmanlı bürokrasisinin yönetildiği bu merkezler 18. yüzyılda Paşakapısı, daha sonra ise Babıali olarak adlandırılmıştır. III. Selim döneminde Divan Teşkilatı’nı güçlendirmek için bazı çalışmalar yapılsa da işe yaramamış ve 19. yüzyılda artık bu yapının hiçbir önemi kalmamıştır. Sadece sıradan devlet işleri için kullanılır hale gelmiştir. Divan Teşkilatı ne işe yarar? Divan Teşkilatı toplantılarında devletin tüm idari, siyasi, mali, askeri konuları görüşülür, incelenir ve bir karara bağlanırdı. Divan Teşkilatı’nın her bir üyesinin sorumlu ve bilgili oldukları konular vardı. O gün karar alınacak konuya uygun olarak padişah ya da vezir, bu yetkiliye sorular sorar ve konu hakkında bilgi alarak en doğru kararı verirdi. Merkezin en güçlü yetkililerinden oluşan Divan Teşkilatı, hem dış hem de iç siyaset hakkında kararlar alırdı. Divan Teşkilatı’nın en önemli görevleri arasında merkez ile taşra arasındaki dengeyi sağlamak, tebaanın güvenli bir yaşam sürmesi için kararlar almak, savaş ve barış şartlarını belirlemek, dış ilişkileri takip ederek uluslararası siyasette izlenecek politikaları düzenlemek vardı. Divan Teşkilatı üyeleri ve görevleri Vezir-i Azam ve vezirler Kazasker Defterdar Nişancı Kaptan-ı Derya Şeyhülislam Yeniçeri Ağası Vezir-i Azam ve vezirler Sadrazam adıyla da bilinen Vezir-i Azam, padişahtan sonra devletin en yetkili kişisidir ve padişah vekilidir. Başbakan gibi düşünebiliriz. Örfi hukuku düzenler, divana başkanlık eder ve en önemlisi, padişah sefere çıktığı zaman merkez yönetimine vekalet ederek devlet işleyişini sağlar. Osmanlı’nın ilk dönemlerinde Divan Teşkilatı’nda ilmiye sınıfından tek bir vezir bulunurdu. Zaman içinde vezir sayısı arttı. Vezir-i Azam en yüksek statü olsa bile diğer veziler de bazı konularda en az sadrazam kadar yetkilidir. Kubbealtı vezirleri olarak anılan bu yetkililerin sayısı en fazla 7 olmuştur. Sadrazamdan sonra bu kişilerden biri Vezir-i Azam olarak seçilirdi. Kazasker Kadıasker adıyla da bilinen kazasker, devletin hukuki ve resmi işlerinden sorumludur. Adalet bakanı gibi düşünebiliriz. Kadı tayinlerini de yapan kazasker, ilmiye sınıfındandır. Fatih döneminden sonra Rumeli ve Anadolu’dan ayrı olarak sorumlu iki kişi kazasker unvanıyla Divan Teşkilatı’nda bulunmuştur. Rumeli kazaskeri, Anadolu kazaskerinden daha yetkilidir. Divan Teşkilatı’nda kazasker; eğitim, yargı, ordu ve benzeri pek çok konuda yetkilidir. Her bir kazaskerin pek çok yardımcısı bulunmaktadır. Kadılar tarafından çözülemeyen pek çok mesele Divan Teşkilatı’na getirilir ve kazasker başkanlığında padişaha sunulurdu. Padişah sefere çıkacağı zaman kazasker de onunla birlikte giderdi. Defterdar Kelime olarak defter tutan anlamına gelen defterdar, Divan Teşkilatı’nın en önemli üyelerinden bir tanesidir. Maliye bakanı gibi düşünebiliriz. Defterdar, devletin mali işleri ile ilgilenir. I. Murat döneminde, defterdar yönetiminde maliye teşkilatının temelleri atılmıştır. Defterdar, devlet hazinesinin padişah vekili olarak kabul edilmektedir. Bayram günlerinde toplanan divanlarda padişah, vezirler ve defterdarlarla ayağa kalkarak bayramlaşırdı. Bu bile defterdarların Divan Teşkilatı’ndaki önemini göstermektedir. II Beyazıt dönemine kadar Rumeli ve Anadolu olmak üzere iki defterdar vardır, Rumeli defterdarı baş defterdardır. Hatt-ı Hümayun ile birlikte defterdar, Maliye Nazırı adını almıştır. Nişancı Divan Teşkilatı’nın en önemli üyelerinden biri olan nişancı; fermanları, özel yazışmaları, uluslararası yazışmaları yazar ve evrakların başına padişah tuğrası eklerdi. Nişancı aynı zaman Mühimme Defteri’ni tutmakla görevliydi. Divanda defterdardan sonraki en önemli kişi olarak kabul edilir. Kaptan-ı Derya Kaptan-ı Derya, bugünün deniz kuvvetleri komutanıdır. Osmanlı donanmasının başındaki isimdir. Deniz yoluyla yapılacak seferler ve bahriyelilerin kontrolü Kaptan-ı Derya’dadır. Bahriyeliler üzerinde tam yetki sahibidir. Şeyhülislam Şeyhülislam, Osmanlı Devleti’nde din işlerinden sorumlu kişidir. Bugünün diyanet işleri başkanından çok daha geniş yetkilere sahiptir çünkü Osmanlı, şerri hukuka göre yönetilmektedir. Kanuni Sultan Süleyman döneminde Divan Teşkilatı’na katılan şeyhülislam, sadrazam ile denk sayılmıştır. Yeniçeri Ağası Yeniçeri Ağası, Acemi Ocakları’ndan ve Yeniçeri Ocağı’ndan sorumlu kişidir. Divan Teşkilatı’ndaki en önemli isimlerden biridir. İstanbul’un güvenliği onun elindedir. Arza çıkma yetkisine sahiptir. Bazı yeniçeri ağaları aynı zamanda vezir olarak da görev yapmışlardır. Osmanlı İmparatorluğu’nun bakanlar kurulu olarak düşünebileceğimiz Divan Teşkilatı nedir, üyeleri ve görevleri nelerdir gibi merak edilen soruları yanıtlayarak bu birim hakkında bilmeniz gereken detaylardan bahsettik. Kaynak ŞAPKA Başa giyilen başlık anlamında latince "cappa"dan alınma bir kelime. Günümüzde, erkek ve kadınların sokağa çıkarken gerek süs olarak, gerekse yağmur ve güneşten başlarını korumak gayesiyle giydikleri başlığın genel adıdır. Bununla birlikte, şapkaya benzediğinden, ocak ve soba borularının tepesine konulan ve rüzgârın dumanı içeriye doğru savurmasına engel olan sac külahlara da şapka denilmektedir. Aynı şekilde, gemi direğinin tepesindeki tekerlekçiğe ve yazıda, harfi uzatma veya inceltme amacıyla kullanılan işarete de şapka denildiği bilinmektedir. Erkek şapkaları çeşit çeşittir; kasket, fötr, silindir, melon, bere, hasır, panama vb. Kadın şapkaları ise, modaya göre yıldan yıla değişiklik gösterir muhtelif devirlere ait erkek şapkalarıyla değişik kadın şapkaları için bak Yeni Türk Ansiklopedisi, X, 3818; Okyanus Türkçe Sözlük, 111, 2712. Insanlar, tarihin ilk çağlarından itibaren çeşitli şapkalar başlıklar giymişlerdir. XIX. yüzyılın 2. yarısından sonra pek çok çeşidi olan şapkalar, yukarda yazıldığı şekilde standartlaştı. Osmanlı Türk toplumunda başlığın özel bir yeri vardı. Saray ve saraydaki yüksek rütbeli memurlar kırk üç çeşit farklı serpuş başlık giyiyorlardı. Hiç kimse kendisine ait olmayan rengi ve şekli kullanamazdı. Hükümet ve devlet görevlilerine ayrılan başlık sayısı yirmi yedi idi. Sadrazamdan vezir habercisine kadar herkesi başlıklarından tanımak mümkündü. Ordu mensuplarının başlık çeşidi altmış üç idi. Yeniçeri ağasından en basit ere kadar bütün rütbeliler başlıklarından tanınabilirdi. Din adamları on altı, halk ise yirmi dört değişik serpuşa sahipti. Osmanlı devletinin son zamanlarına kadar, müslümanlarla gayr-i müslimlerin birbirinden ayrılması için giyimleri, bu arada giydikleri başlıklar farklı farklıydı M. Z. Pakålın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, 111, 188; Yeni Türk Ansiklopedisi, X, 3818. Osmanlı devletinin nüfusunu teşkil eden müslümanlarla gayr-i müslimlerin, yalnızca giydikleri başlıklar değil, ayakkabılarına varıncaya kadar tüm kıyafetleri biri birlerinden farklıydı. Bu durum, Osmanlı devletinin yıkılması ve onun yerine Türkiye Cumhuriyeti Devleti`nin kurulmasına kadar - tedrici olarak bir takım değişiklikler olmasına rağmen - devam etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti`nin ilk cumhurbaşkanı Atatürk, Cumhuriyetin 1923 yılında ilanından sonra, bir takım reform hareketlerine girişti ve herkesçe bilinen inkılapları aşamalı olarak gerçekleştirmeye başladı. Bu cümleden olarak Osmanlı döneminin simgelerini ortadan kaldırmaya ve dinî kaynaklı giyim farklılıklarının yurttaşlar arasında ayırım yaratmasını önlemeye yönelik adımlar attı. Giyim konusundaki bu yeniliklerin başında şapka geliyordu. Çünkü Atatürk`e göre şapka batılı ve modern olmanın simgesiydi, uygar kıyafetin ayrılmaz bir parçasıydı. Bunun dışında kalan fes, sarık, külah vb. başlıklar, Türk ulusunun kıyafeti olamazdı. Nitekim 24 Ağustos 1925 tarihinde, Kastamonu`ya yaptığı bir gezide, elinde Panama şapkası biçiminde geniş kenarlı beyaz bir şapka olduğu halde halka şöyle seslendığını görüyoruz "Arkadaşlar, Turan kıyafetini araştırıp canlandırmağa yer yoktur. Uygar ve milletlerarası kıyafet, bizim için, çok cevherli milletimiz için lâyık bir kıyafettir. Onu giyeceğiz, ayakta iskarpin veya fotin, bacakta pantolon, yelek, gömlek, kravat, yakalık, ceket ve tabiatıyla bunları tamamlamak üzere başta siper-i şemsli serpuş. Bu serpuşun adına şapka denir. Redingot gibi, bonjur gibi, smokin gibi, frak gibi, işte şapkamız! Arkadaşlar, kesin olarak söylüyorum, korkmayınız! Bu gidiş zaruridir. Bu zaruret bizi yüksek ve önemli bir sonuca götürüyor. Isterseniz bildireyim ki, bu kadar yüksek ve önemli bir sonuca varmak için, gerekirse bazı kurbanlar da verelim. Bunun önemi yoktur..." K. Z. Gençosman, Atatürk Ansiklopedisi, Istanbul 1981, X, 67. Atatürk, bu konuşmasında, inkılâbından asla tavız vermeyeceğini ifade etmesine rağmen, şapka giyilmesi hususunda kesin bir emir vermemiştir. Ancak kadın-erkek herkesin giymesini içtenlikle arzu ettiğini bildirmiştir. Akşamleyin Ankara`ya döndüğünde, kendisini karşılamaya gelenlerin tamamının şapkalı olduğunu görmüştür Yeni Türk Ansiklopedisi, X, 3818. Bundan bir kaç gün sonra toplanan 2 Eylül 1341/1925 bakanlar kurulu, devlet memurlarına şapka giyme mecburiyeti getiren 2413 no`lu kararnameyi çıkarır. Ardından da 15 Kasım 1925 tarihinde Konya milletvekili Refik Bey ve arkadaşları Meclise şapka giyilmesi ile ilgili kanun teklifini verirler. Bursa milletvekili Nureddin Paşa bu kanunun Teşkılatı Esasıye Kanununa Anayasa aykırı olduğunu ileri sürerek geri alınmasını ister. Ancak çoğunluğun lehte oy kullanması sonucu 671 sayılı "Şapka Iktisası Hakkında Kanun" 25 Kasım 1925 tarihinde kabul edilir ve günü 230 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girer. Kanun şu üç maddeden oluşmaktadır 1- Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri ile genel ve yerel yönetim görevlileri, her türlü kuruluşta görevli memurlar ve müstahdemler Türk milletinin giymiş olduğu şapkayı giymek mecburiyetindedir. Türkiye halkının da genel başlığı şapka olup, buna aykırı bir alışkanlığın devamını hükümet meneder. 2- Iş bu kanun, yayınlandığı tarihten itibaren geçerlidir. 3- Iş bu kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Yürütme Kurulu üyeleri tarafından yürütülür Bak. Bekir Sıtkı Yalçın - Ismet Gönülal, Atatürk Inkılabı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara 1984, 99 vd.. Şapka Kanunu ülkede önemli bir direnişle karşılaştı. Yasa .M .`nde kabul edildiği gün Erzurum`da protesto gösterileri oldu. Bunun üzerine bu ilde sıkıyönetim ilan edildi ve gösteriye katılanlar Sıkıyönetim Mahkemesine verildi. Rize, Sivas, Maraş, Giresun, Kırşehir, Kayseri, Tokat, Amasya, Trabzon ve Gümüşhane`de yasayı protestoya yönelik eylemler gerçekleştirildi. Bu eylemlere katıldığı ileri sürülen birçok kişi Istiklal Mahkemelerinde yargılandı; bunların bazıları ölüm, bazıları da ağır hapis cezalarına çarptırıldı. Ölüm cezasına çarptırılanlardan biri de Iskilipli Atıf Hoca`dır. Aslında Atıf Hoca, protesto eylemlerine bizzat katılmamış, fakat adı geçen kanunun yayınlanmasından yaklaşık bir buçuk yıl önce 1340/1924 yazıp neşrettiği "Frenk Mukallitligi ve Şapka" adlı risalesinden dolayı Ankara Istiklal Mahkemesince suçlu bulunarak idama mahkum edilmiş ve 4 Şubat 1926 tarihinde hüküm infaz edilmiştir Iskilipli Atıf Hoca, Frenk Mukallitliği ve Islâm, IXX, Çile Yayınevi, Istanbul. 1939`da Türk Ceza Kanunu`nun 526. maddeşiyle şapkadan başka başlık giymeyi alışkanlık haline getirmenin cezası üç aya kadar hapis olarak belirlendi. 1961 ve 1982 Anayasaları, öbür devrim yasaları gibi 671 sayılı yaşanın Anayasaya aykırılığının ileri sürülemeyeceğini hükme bağlamıştır Ana Britannica, XX, 237. Şapka giymenin fikhî hükmü Hiç şüphe yok ki, şapka bizatihi haram değildir. Zaten hiç bir Islâm âlimi, onun bizatihi haram olduğunu iddia etmemiştir. Ancak küfür alameti olarak kabul edildiği ve hakikaten gayr-i müslimlerin dînî kıyafeti olduğu dönemlerde, hemen hemen tüm Islâm âlimleri tarafından giyilmesine karşı çıkılmış, onu giyenler, niyetlerine göre kâfir ya da günahkâr kabul edilmişlerdir. Biliyoruz ki, Islâm dininde bir şeyin kesin olarak haram sayılabilmesi, dolayısıyla onu işlemenin günah ya da küfür kabul edilebilmesi için hakkında açık bir nas olması gerekir. Aksi halde -peygamberler dahil- hiç bir kimse keyfî olarak, Allah`ın helâl kıldığını haram, haram kıldığını da helâl sayamaz. Ancak, hakkında kesin ve açık bir nas olmayan hususlarda Islâm âlimlerinin ictihad yoluyla bir kanaate varmaları mümkündür. Bu noktadan hareketle Kur`ân-ı Kerîm`i incelediğimizde, ne şapka ne de başka bir kıyafetle ilgili herhangi bir hüküm göremeyiz. Lâkin Cenab-ı Allah`ın, mü`minleri sürekli olarak inanç ve davranış bakımından kâfirlere benzemekten sakındırdiğini görebiliriz . O halde Islâm âlimlerinin şapka hakkındaki olumsuz kanaatlerinin dayanağı nedir? Islâm din bilginlerini bu kanaata sevkeden sebep, Peygamber sürekli olarak müslümanları gayr-i müslimlere benzemekten sakındırması ve bu konuda hassasiyet göstermesidir. Nitekim Rasûlüllah Bir kavme benzemeye çalışan, o kavimdendir" Ahmed b. Hanbel 11, 50; Ebu Davud, Libas, 4 ve "Bizden başkasına benzemeye özenen bizden değildir" Tirmizî, Isti`zân, 7 buyurmakla, şeklen dahi olsa, bir müslümanın kâfirlere benzemesine karşı olduğunu göstermiştir. Rasûlüllah şeklen dahi olsa, müslümanların gayr-i müslimlere benzemeye özenmelerine karşı oluşu haklı bir nedene dayanıyordu. O da, gayr-i müslimlere benzemeye özenen müslümanların, zamanla dejenere olarak Islâm`dan uzaklaşmaları ya da ondan tamamen kopmaları endişesiydi. Zira Allah Resûlü; "Kişi inandığı gibi yaşamazsa yaşadığı gibi inanmaya başlar" gerçeğini çok iyi biliyordu. Şunu hemen belirtelim ki, hadisin metninde geçen "teşebbüh" kelimesi, yukarda görüldüğü gibi, tesâdüfi bir benzemeyi değil, benzemeye çalışmayı yani bir kimsenin benzemek istediği kişileri bilerek ve isteyerek taklıd etmeye çalışmasını ifade etmektedir. Yoksa bir gayr-i müslim, Islâma girmek gibi bir niyeti olmaksızın, müslümanlara mahsus bir alâmeti taşımakla, müslüman sayılamıyacağı gibi; "gayr-i müslimlere benzeme kasdı olmaksızın, soğuk vb. sebeplerle onlara mahsus alâmetleri giyen bir müslüman da kâfir sayılmaz" Fetevâ-yı Hindiye, II, 276, Bulak 1310 h.. Hele hele kâfirlerin şiârı olmayan bir takım kıyafet ve davranışlarda gayr-i müslimlere benzeyen kimse asla tekfir edilemez Ali el-Kârî, Şerhu`ş-Şifâ, II, 522, Istanbul 1309 h.. Ancak "Mecûsilerin mümeyyiz vasfı olan şapkalarını ve zimmîlerin küfrün şiârından olan kalensövelerini, onlara benzemek kasdıyla giymek ya da hristiyan ve mecûsilere ait olan zünnarı kuşanmak küfür sayılmıştır" Şeyhzâde, Hâşiyetü Şeyhzâde alâ Tefsîr el-Kâdî el-Beydâvî, I, 108, Matbaatü`s-Sultâniyye, Dâr`ül-Hilâfe, 1282 h.; Ali el-Kârî, Şerhu`l-Fıkhı`l-Ekber, 167. Mısır, 1323 h.; M. Ertuğrul Düzdağ, Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi Fetvaları Işığında XVI. Asır Türk Hayatı, Istanbul 1983, 118. Islâm dininde niyetler çok önemlidir. Hattâ amellerden de önce gelir ve ameller onlara göre değer kazanır. Bunun içindir ki Islâm âlimleri; "Küfre niyet eden kimse o andan itibaren kâfirdir" diyorlar. Böyle bir kimse, dış görünüşü itibariyle müslümanlara benzese de kâfirdir. Kaldı ki, Allah`a, O`nun Resûlüne ve sair dinî zaruretlere iman ve itikadı olmadığı için, seve seve kâfirlerin kendilerine mahsus alâmet ve şiârlarını giyinmiş ve kabul etmiş olursa, artık bu kimsenin küfründe şüphe etmek bile caiz değildir. Büyük fakihlerin ekserisi "Kafirlere mahsus ve onların kıyafet alâmeti olan kalensöve yani şapkayı bir zaruret olmadan kendi arzusu ile giymek küfürdür. Zira bu alamet-i küfürdür. Onun için bunu, ancak mecûsilik, hıristiyanlık, yahudilik gibi küfrün çeşitlerinden birini seçenler ve kalpleri küfür rengi ile boyanmış olanlar giyebilirler. Esasen zâhir alâmetlerle bâtınî işlere istidlâl ve onun üzerine hükm etmek aklen ve şer`an makbul ve mu`teber bir yoldur" diyorlar. Fukahâdan bazıları ise; "Mecûsi, hıristiyan ve sair kâfir milletlere mahsus ve onların kıyafet âdeti olan kalensöve yani şapkayı kendi arzusu ile giyen bir müslüman, onlara benzemiş ve onları taklıd etmiş olduğu için günahkâr olursa da kâfir olmaz" diyorlar Iskilipli Atıf Hoca, Frenk Mukallitliği ve Islâm, Istanbul 1975, 21. Haddizatında İslam`ın ilk dönemlerinde, Mekke`de yaşayan müslümanlarla müşriklerin kılık ve kıyafetleri biri birlerinden farklı değildi. Hicretin ilk yıllarında da Medine`de çoğunlukta olan yahudiler, ne âdette, ne giyimde, ne de başka özel bir alâmette müslümanlardan ayırdedilemezlerdi. Sonraları müslümanlar çoğalıp güçlendikten ve kendilerine cihad izni verildikten sonra, Rasûlüllah direktifleri doğrultusunda, gerek âdette gerekse kılık ve kıyafette gayr-i müslimlerden yavaş yavaş ayrılmaya başladılar. Ki bu ayrılık o gün için bir zaruretti. Zira Islâm ile küfür karşı karşıya gelmişti ve bunun için safların belirginleşmesi, netleşmesi gerekiyordu. Buna binaen müslümanlar, inançları ve davranışlarıyla kâfirlerden ayrıldıkları gibi dış görünüşleriyle de onlardan ayrılmak durumundaydılar ve gayr-i müslimlerin kimlikleri niteliğindeki kıyafetlerini taşımaları yakışık almazdı. Müslümanların kendilerine has kimlikleri, kıyafetleri olmalıydı. Işte bu şekilde, müslümanlar başlangıçta bizzat kendileri gayr-i müslimlere benzememeye özen gösterdikleri halde, kendi devletlerini kurup büyük bir güç haline geldikten sonra durum değişti. Bu sefer egemenlikleri altındaki zimmîlere müslümanlardan farklı bir şekilde giyinme mecburiyeti getirdiler. Peygamberimizin vefatından çok sonra getirilen bu uygulamanın gerekçesi şuydu Bazı fıkıh kitaplarında Ömer Ibn Hattâb veya Ömer Ibn Abdü`l-Azız`den gelen rivayetlere dayanılarak, zimmîlerin müslümanlardan kıyafetleriyle ayrılmalarının gerekli olduğu kaydedilmekte ve şöyle denilmektedir "Zimmiler, müslümanlarla içiçe olduklarından kendilerine müslüman muamelesi yapılmaması için onların tanınmaları gerekir. Mümkündür ki, onlardan birisi yolda aniden ölür ve bilinmeden namazı kılınarak müslüman mezarlığına gömülür" Reddü`lMuhtar, Istanbul 1307, 111, 377. Evet dikkatin ve sakınmanın elzem olduğu Islâm fetihlerinin ilk çağlarında bu ayırım belki gerekliydi. Fakat yukardaki gerekçenin yeterli olduğu söylenemez. Zira hayatta iken ne Allah`a ne de Peygamberi`ne inanmayan, Islâm ahkâmından hiçbirini uygulamayan bir kimseye, ölümünden sonra ona müslüman muamelesi yaparak yıkamak, cenaze namazını kılmak ve Islâm mezarlığına gömmek ona hiçbir yarar sağlamaz. Ona bu muameleyi bilmeden yapanlar da haliyle bu yaptıklarından sorumlu olmazlar. Müslümanların kıyafetleriyle de gayr-i müslimlerden ayrılması gerektiği, hele şapka vb. alâmetlerin -zaruret hali hariç- asla giyilmemesi gerektiğini savunan merhum Iskilipli Atıf Hoca`nın konuya yaklaşımı şöyledir "Her devletin alâmet-i mahsusayı haiz bir çeşit bayrağı vardır ki o bayrak hangi vapurun, zırhlının, tayyarenin, mektebin, binanın üzerinde bulunursa, o devletin olduğuna hükmolunur. Meselâ bizim Yavuz zırhlısı bütün müştemilatı itibariyle Ingiliz, Alman ve Fransız zırhlılarına benzediği halde, yalnız şanlı bayrağının alâmet-i farikası ile onlardan ayrılır. Bu alâmeti görenler bizim zırhlımız olduğuna hükm ederler. Başka devletlerin bayrağının bizim zırhlıya çekilmesi siyaseten, örfen, âdeten ve kanunen yasaktır. Onun için bunun mürtekibi, hiyanet-i vataniye, cinayeti ve ecnebî taraftarlığı suçuyla itham edilerek idamına hükm olunur. Bunun için medenî memleketlerden hiç birisinin bayrağını bizim vapurlara, zırhlılara çekmek suretiyle onları taklıd ve teşebbühe yeltenmeye hiç bir kimse cesaret gösteremez. Işte bunun gibi "Bizden başkasına benzeyen, bizden değildir" hadis-i şerîfi ile müslümanların, şiâr ve alâmet-i küfürde gayrı müslimlere benzemeye yeltenmeleri yasaklanmıştır. Binaenaleyh bizim zırhlıda başka devletlerin bayrağını görenler o zırhlının bizim olmadığına hükm edecekleri gibi şapka, haç ve sâir küfür alâmeti giyen ve takınanların Islâmî milliyetten çıkıp kâfirler sınıfına iltihak etmiş olduklarına hükm ederler" Iskilipli Atıf Hoca, 24. Unutmamak lâzım ki, bir zamanlar şapkanın küfür alâmeti sayılması gibi "baş açık gezmek de kâfirlerin âdetlerinden sayılıyordu. Bugün ise baş açık dolaşmak müslümanlar arasında yaygınlaşmıştır. Dolayısıyle küfür sayılmaz" Ali el-Kârî, Şerhu`ş Şifa", II, 522. Nitekim eskiden "başı açık dolaşan, sokakta yemek yiyen, sakalını tıraş etmiş veya müzik dinleyen kişilerin şahitliği de kabul edilmezdi. Günümüzde bu örf ve kurallar değişmiştir. Çünkü bu davranışlar zamanımızda yaygın bir alışkanlık halini almıştır" Yusuf el Kardavî, Islâm Hukuku Teori ve Pratik, Istanbul 1983, 179. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz Zamana, mekana ya da örf ve âdetlere bağlı olan hükümler; zamanın, mekanın yahut örf ve âdetlerin değişmesine paralel olarak değişebilirler. Hakkında kesin ve açık nas bulunan, değişken bir dayanağa istinad etmeyen hükümler ise asla değişmezler. Bu hususu göz önünde bulundurarak şapkayı bu açıdan değerlendirmek gerekir. Binaenaleyh kafirleri taklıd etme, onlara benzemeye özenme gibi bir niyet taşımaksızın şapkanın giyilmesinde bir sakınca yoktur. Ve ister dine dayalı olsun ister laik olsun, hiçbir yönetim, kendi vatandaşlarından herhangi bir zümreyi başka bir zümrenin dininden kaynaklanan örf ve âdetlerini taklıde zorlamaya hakkıyoktur. Genellikle berberlerde kanı durdurmak için kullanılan şap kan taşı hakkında neler biliyorsunuz? Şap bir tuz çeşididir ve içinde ki kimyasallar nedeniyle tamamen doğal bir üründür. Sofra tuzundan farkı daha yoğun olmasıdır. Kimyasal bir bileşen olan bu tuz mikrop öldürücü, büzücü ve sıkılaştırıcı olarak kullanılmaktadır. Sıcak suda hemen erir ve renksiz bir görüntüye sahiptir. Bu yüzden bir gıdanın içine katıldığını anlamak zordur. Şapın kimyasal bileşimi potasyum alüminyum fosfat ve amonyum alüminyum sülfattır. 20. yüzyılın başlangıcından önce, rutin olarak üretilirdi. Günümüzde de turşu, konserve, deri tabaklama ve fırınlamada kullanılmaktadır. Sonra ki zamanlarda besin işlemesinde kullanımı yan etkileri üzerine endişe duyulmasından dolayı yavaş yavaş kullanımı azaltıldı. Ama tıp ve sağlık hizmetinde yaralanma ve hastalıkları tedavi etmek için şap malzemesi hala kullanılmaktadır. Şap ya da şap taşı pek çok tıbbi malzemenin içinde ana ürün olarak bulunmaktadır. Günlük hayatımızda şap taşını bilmeden de kullanıyor olabiliriz. Günlük hayatta sık sık kullanım alanı olarak tıraş sırasında ciltte meydana gelen jilet kesiklerinin kanamasının durdurulması için kullanılan kan taşı kalemler gibi noktalara sahip küçük kalıpsı şap çubukları da aslında bir nevi şap taşıdır. Bu madde bazı diş macunlarının ve diş tozlarının içerisinde de kullanılıyor. Bu yüzden o tip maddelerin yutulmaması sağlık açısından önemlidir. ŞAP TAŞI ŞAP TOZU Peki şapın yararları nelerdir?Önceden de belirttiğimiz gibi en basit örneği ile berber ve kuaförlerin kullandıkları kan taşı aslında şap çubuklarıdır. Alum adlı maddeden elde edildiği gibi bir çok değişik elde etme yöntemi vardır. Örnek verecek olursak, alüminyum folyo asit ile tepkimeye girip eritilip kan taşı haline getirilebilir. Genel kullanımda, şap ağız yaralarına ve sivilce tedavilerinde kullanılmaktadır. Ayriyetten, şapın cildi sıkılaştırıcı özelliğinden de bahsedilmektedir. Aynı zamanda Deodarant olarak ter ve koku önleyici olarak da kullanılabilir. Şap bloğu ıslatılıp masaj yaparak koltuk altına uygulanabilir. Masaj yaparak uygulamak önemlidir çünkü bu yolla kan taşında ki mineraller vücuda aktarılmaktadır. Üstelik bu malzeme antiseptik özellikte olduğu için kötü kokuları da önlemektedir. Kan taşının bu özelliği pek bilinmemektedir. Şap her ne kadar tıbbi anlamda yararlı bir madde bile olsa elbet ki zararları bulunmaktadır. Bu nedenle kesinlikle ağız yoluyla alınmaması gerekmektedir. Erkekler için olumsuz etkileri daha fazladır. Özellikle erkeklerde testosteron hormonunu azalttığı ve kadınlık hormonunu da tetiklediği bilinmektedir. Ancak şapın kısırlığa yol açtı bilgisi pekte doğru bir bilgi değildir. Şapın uzun süreli kullanımda göğüslerinde büyüme, vücutta kıllanma ve bazı organlarda sorunlar ortaya çıkmatadır. iç organlarda yaratabileceği tahribat tehlikeli olabilir İnsanlar arasında şap ile ilgili inanışı askeriyede, hapishanelerde, yurtlarda ve toplu yaşamın olduğu bazı yerlerde dağıtılan yemeklerin içine şap ilave edildiğini düşünüyor. Bunun doğruluğu hakkında bir şey söylemek mümkün değildir. Ancak şapın uzun süreli kullanımı halinde vücutta ciddi zararlar oluşturduğu doğrudur. Üstelik şapın tüm dünyada dahilen kullanımı da yasaklanmış durumdadır. Bu yüzden toplu alanlarda ki yemeklerin içerisine şap ilave edildiği bilgisinin pek de gerçeği yansıtmadığını söyleyebiliriz... Şapkalar kışlık, yazlık, mevsimlik ve günlük gibi birçok farklı seçeneÄŸe ayrılıyor. Üretiminde kullanılan kumaÅŸlar da aynı ÅŸekilde çeÅŸitlilik arz  Şapka ÇeÅŸitleri ve İsimleri Nelerdir?  1- Bere Genellikle sonbahar ve kış aylarında takılan, dünya genelinde kullanımı en yaygın olan ÅŸapka çeÅŸididir. Pamuk ve yün kumaşı kullanılarak imal edilir. Yağışlı havalarda koruma saÄŸlar. Desenli, desensiz, tek renkli, çok renkli olmak üzere birçok çeÅŸidi  2- Kasket Erkeklere özel olarak üretilen bir ÅŸapka türüdür. Özellikle yaz aylarında güneÅŸin zararlı ultraviyole ışınlarından korunmak için takılır. Ancak son yıllarda içi dolgu malzemeleri doldurulmuÅŸ ve yılın her mevsimi takılabilecek kasket modelleri de piyasada yer almaya baÅŸlamıştır. YetiÅŸkinler dışında çocukların da sıklıkla taktığı ÅŸapka modellerinin başında  3- Hasır Şapka Özellikle yaz tatillerde, kumsal ve plajlarda takılır. GeniÅŸ kenarlı olan bu ÅŸapkalar genellikle kadınlar tarafından tercih ediliyor. Şezlonglarda vakit geçirirken güneÅŸ çarpması riskini en aza indirgeyen bir yapıdadır. Fötr ÅŸapkaların bir alt türü olan bu aksesuarlar, sazlar örülerek imal edildikleri için hafif bir yapıya  Şapka Türleri ve Birbirinden Farklı Özellikleri  1- Melon Şapka 19. yüzyılda İngiltere'de üretilmeye baÅŸlanan melon ÅŸapkalar günümüzün en çok tercih edilen baÅŸlıklarından biridir. Dayanıklı bir yapıya sahip olan bu ÅŸapkalar genellikle keçe kumaşı kullanılarak imal ediliyor. Siyah, haki, beyaz ve gri gibi ana renklerin dışında alternatif renklere ev sahipliÄŸi yapan melon ÅŸapka modelleri de  2- Fötr Şapka Uzun yıllardan beri üretilen ama 1950'li yıllardan sonra Hollywood oyuncularının kullanımıyla yaygınlık kazanmıştır. Günümüz modasında önemli bir yere teÅŸkil eden fötr ÅŸapkalar klasik giyimlerin vazgeçilmez aksesuarları arasında yer alıyor. Düğme ve aksesuar detaylı olan modelleri de  3- Flat Chap Özellikle 2010'lu yılların başında moda olan flat chap ÅŸapkaların ön kısmında siperlik bulunur. Bu siperlik hem estetik bir görünüme sahiptir hem de kiÅŸilerin güneÅŸ ışınlarından korunmasını saÄŸlar. Flat chap ÅŸapkalar hem spor hem de klasik giyimlerde kombin yapılabilir. Genellikle pamuk ve tüvit kumaşından imal edilen ÅŸapka Â

yeniçeri şapkası ne işe yarar