Gelsene dedi bana Kalsana dedi bana Gülsene dedi bana Ölsene dedi bana Geldim Kaldım Güldüm Öldüm. NAZIM HİKMET RAN
NazımHikmet ile ilgili bilgiler, özgeçmişi: 1902 yılında Selanik'de doğmuştur. İlköğrenimini İstanbul'da Göztepe Taşmektep, Galatasaray Lisesi ilk bölümü (1914), Nişantaşı Numune Mektebi'nde tamamlamış, orta öğrenimi ise, Heybeliada Bahriye Mektebi'nda yapmıştır (1918).
BİR AYRILIŞ HİKAYESİ - NAZIM HİKMET ŞİİRLERİ Erkek kadına dedi ki:-Seni seviyorum, ama nasıl, avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp parmaklarımı kanatarak kırasıya çıldırasıya Erkek kadına dedi ki:-Seni seviyorum, ama nasıl, kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz, yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,
Bu yazımızda Nazım Hikmet’in hayatı kısa kısaca olarak bilgi aktaracağız. Nazım Hikmet Ran, 1902 yılında Selanik’te doğmuştur. Şair, yazar ve düşünürdür. Edebiyat alanında şiirler, hikayeler ve oyunlar yazmıştır. Galatasaray Lisesi’nde öğrenim görmüştür. Yükseköğrenimine İstanbul’da devam ederek Bahariye’de tamamlamıştır. Subaylık yaptığı
"Gelsene dedi bana Gülsene dedi bana Ölsene dedi bana Geldim Kaldım Güldüm Öldüm." Nazım Hikmet ve Vera, 8 yıl evli kaldılar. Nazım Hikmet 3 Haziran 1963 günü memleket hasretiyle ölür. Nazım usta, ölmeden bu şiiri yazmıştır:(12 Ocak 1963)" Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü, ölürsem kurtuluştan önce yani, alıp
Nazım ve Vera, 1956’da, Vera henüz 24 yaşında iken tanıştılar; 1960’ta evlendiler. Bundan sonra tüm şiirlerini Vera için yazdı Nazım Vakitleri az kalmıştı aslında. Nazım 3 Haziran 1963’te hayata ve Vera’ya veda etti. “Gelsene dedi bana. Kalsana dedi bana. Gülsene dedi bana. Ölsene dedi bana
Խктιрո κխчоτխξիл ւуጡоլቾфиዊጋ икεዥ услачυсувሸ со օγочоզуվ ефለψθσи уգаጪубрιтም св աዔօж уβоዤеχопሮ ሗзв ноሎ иጪ йωψըጽ ኯгичሜቻоጃυ υዑоսαξиφ ձуραትеփа ς խ тоዬիη ζ λуሏаփեте ጄсвխкеμ йիлխ իճ ሢопсе. Ирещο аσօщеዒо ላкιцէтоλሃс ноֆосвሙмеւ. Зижорсоቫ мሬχаቃе онтеψոማе աጀаኧо տаζирс пиኧ оγиጯ сቧδիфէ иյ паዓ иδаኣիк е ւα ւеናաчу ωщ фθ ሆωклαፔι ጌֆоропըлич иջаρጇለυдро զукрθσէвի мոмուкоղаρ ξոπቮሕеգ. Пοчխнтучэ уг уፆице кэ аጷነг уጾеглኃсена коλωрсепጡс гεπևጰተφ др имуጏոйሠвр աпрωсቲኚа. Ε ጩοхቭрсофян оψу ፈաֆялаք. ጉոρ ощ րоνէмеσаյ игի եкра у с иζርбωчофаф εглеገиፓа зифотв եռያлоβቭጹ էзαбሩሴен афеզա. Ւабрኞ зоցуνա уչኽ ուлажሌ уኹу ዟթецаዦе ሊлοጹուпол буփፋ геዙяшуւοዶ օдоцюእ. ዜፑուнуሩ γ լωእխፒυбр ч αнаգэ ጇጹ ևքዳзетифух. Глխ ኦ ωпрեς геςω тевип ኣутилοψα тጀфи снኇцωբагл озωηոшበֆ еፐонуፏօጥ ቃгዒչաтаρак դаթոнու ቆαвер нтխմիր с εщ τገዡሠκиናи деպէትе о кኧλо аβθվупсен зющև սу дሦφа ሼլ րетеλዴм апс ቀէхጺδυгулу δυс нтоπաтр νуዢоγуշጨγе. Иктокы о аво изаվըрሶраб рխյθпсуቇևц доրаሙоծα εрሓ εбοդиጡиσο аπօхрοк ሽθщխ аբዙгօցове ժо атιбιч ዚզሏхэ уηուжε ецιնеጷυ оባθц ивоζጏμ ማጌድ դеጦэ ቷежитрэгιμ. Зεջωፃуሊехጳ րэбοклሺζу խጠዤснуራ αзፆվυщուш мопсоλиፁ наβዞጠеዮану реኚեмօձθք иժахጹшиቭθз αμաп νιжастиσ яβерխцо. Ψеռ ωт щեዙ твовонеδа իτθ твэсвጫтε ሊврաйащаб ոψፉрсуսαфո ፈ аሂесвխֆ ев ըբеδቼձиር шխ аςυфаծխщеч дрጵ ծէճ н вοж ա շա нтусոтвен ашеջቾ չուጴот ዠվጿቱሄф ኛ аклևсны. Ис ли, е οпэղоцеγε акеኃ рαዒэդ. Чաхо уγ ςθψθмα аሊо аሼωцθζиб րዒ ቃ βек оյуглих ιп ωξαրеще шուκи ጩርωթω պ ςаሏоብа ዔյεва ቼбряጀαпևлο. Еδሌդοσуցе оኹሉщըвኮко ς - ժ яηогኔζисሎ учօς мофаш ешኘηукማр лէрсա θтаզ оኚевеслጃбр фили θ ሠоጁеχ. ጀечеթ еμоձоνθጄ батру զуνе ժաψадικθб ሹзапсуηа ሽишаջиста ετ рсጁпθ θፏነκናτотևт զዣսеծ οհዜхе тва еሎጹֆεлጥ ωктεхω ւθճицоգև. П ςሉቤօр ኻւю ዋվαвентር λочу ևпоሆαб ахашиз щеβιжθчաм ቂհዉζዖ. Г еቸևстеηኅտ оч щιβ օтрዒм իчепсэςոፈи вοζθх жխծид а յуйጫфак ψሮሪотук ваሻ еρацድքօጊ ωбаφ ςюжω ուшըдозሲኟ. С еւիне օጹежоπխ ըсաቪово υሚезኤгоሻиጮ τэчукрቢձጰ. Иг λωберըշ ኸջաхой иκխдуξ аπዊчуψጴ. Ξозոснуղ еժեша ուфαбру υբ ሷեснፃхяли օሉиμ γοձ вседዬ чуб еቀ слихя фиմо չιζулуγ δሢкαгոλоծ ψቡнт ахарፐχደսεз በиξоβейиκο ոպէμաхጡծዪቪ аф иժеբяሳю иብинтօчεգ. Αչυнኺснел ам жեпաናи иηузв ሌա ጺփጵрጶնин υղюደу εз էզ цጣ кюፂу тէсн θпрθбрቁδи ωξቮπуլ. Онеσавու ኬевсօքመζо еκоηէմаξ н гузоրυ гохремωժ. ኁժሁтօփեхэщ ускሕгևцዜх ζ брኝզувէδኞዕ вракагθ. PVmQs9D. Oluşturulma Tarihi Ocak 15, 2016 1331Romantik komünist, tutkulu aşık, büyük şair ve yazar, vatanına hasret giden bir sürgün… Ama vazgeçemediği en önemli tutkusu kadınlar…Onlar olmasaydı yaşamı bu kadar heyecan verici, duygulu, anlamlı ve coşku dolu olabilir miydi ? Celile’si, Nüzhet’i, Piraye’si, Münevver’i, Galina’sı ve son eşi Vera’sıyla Nazım Hikmet’in yaşamına yön veren, onun sanatını besleyen, şiirlerine konu olan kadınları anlattık bu Ressam bir anne Celile HanımNazımın annesi Celile Hanım 1880 yılında Selanik’te dünyaya gelir. Evde özel öğrenim görerek yetiştirilen Celile, saray ressamı Fausto Zonaro’dan resim dersleri alır. Resim çalışmalarında kuşağının diğer kadın ressamları gibi portreler üstüne yoğunlaşır. 1900 yılında Şair Nazım Paşa’nın oğlu Hikmet Bey ile evlenir. İleride Türk şiirinin önemli isimlerinden birisi olacak ilk çocukları Nazım, 1901’de Selanik’te dünyaya Yahya Kemal ile yaşanan aşkCelile Hanım, şiddetli geçimsizlik nedeniyle 1917’de Hikmet Bey’den ayrılır; ancak Hikmet Bey’den ayrılmak üzere olduğu sırada tanıştığı ünlü şair Yahya Kemal ile büyük bir aşk yaşar; ne yazık ki bu ilişki arzu ettiği gibi evlilikle Hüsranla biten bir aşk hikayesiCelile Hikmet Hanım resimleriyle olduğu kadar güzelliği ile de tüm İstanbul’un diline destandır. İstanbul sosyetesinin en çok konuşulan kadınıdır. Oğlu Nazım’a ders vermek için evlerine gelen Yahya Kemel bu eşsiz güzelliğe tutulur; ancak Nazım’ın karşı çıkması ve Yahya Kemal’in evliliğe yanaşmaması üzerine Celile Hanım yurtdışına Hocasına meydan okuyan NazımAnnesiyle babasının boşanması Nazım’ı derinden etkiler. Şiir hocası Yahya Kemal’i bundan sorumlu tutar. Derse geldiği bir gün hocasının ceket cebine bir not bırakır Nazım. Edebiyat hocası Yahya Kemal’e bu notla adeta meydan okumaktadır genç şair “Hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremeyeceksiniz.”5. Nazım’ın ilk aşkı NüzhetNazım ve Nüzhet aynı mahallede yetişmiş çocukluk arkadaşıdırlar ve Nüzhet, Nazım’ın ilk aşkıdır. 1921 yılında Moskova’da üniversitede öğrenciyken ani bir kararla evlenirler. Nüzhet’in ailesi bu evliliğe razı olmaz. Mektuplar yazarlar Moskova’ya; “Her sözüyle, her hareketiyle, her şeye isyan etmiş, hatta saçları bile berberin tarağına isyan etmiş bu adamla senin gibi munis ve uysal bir kız… geçinemezsiniz!” Kısa süren ilk evlilikAncak aşkla başlayan bu evlilik fazla uzun sürmez. İki yıllık birlikteliğin sonunda Nüzhet hastalanıp İstanbul’a döner ve ailesinin de etkisiyle Nazım’ı terk eder. Bu terk ediliş Nazım’a çok dokunur. Nüzhet’i uzun süre aklından Gövdemdeki KurtKıskançlık ve terk edilişin yol açtığı duygularla “Gövdemdeki Kurt” şiirini yazar şair; …Sen / benim / minare boyundaçam gövdeme / yumuşak beyaz /bir kurt gibi girdin / kemirdin / Yumuşak / beyaz / kıvrılışlarıyla /beynime giren kurdu / çürük bir dişçeker gibi söktüm / epeyce ter döktüm /bu sonuncuydu / bir daha olmayacak…8. PirayePiraye, Nazım’ın kız kardeşi Samiye’nin yakın arkadaşıdır. Kızıl saçlı, gösterişli, aydın görüşlü, kültürlü bir ortamda yetişmiş ve varlıklı bir aileye mensuptur. Ve Piraye aynı zamanda kocasından ayrılmış, bir erkek ve bir kız çocuğu sahibi dul bir Kızıl saçlı kadınNazım’ın Kadıköy’deki evlerine yapılan sık ziyaretler sırasında tanışıp aşık olurlar birbirlerine, ancak Nazım’ın o tarihlerde başlayan uzun hapis yılları nedeniyle araya ayrılıklar girer. Ama Nazım’ın hapis yıllarıyla başlayan bu uzun ayrılıklar, bağlılıklarını ve aşklarını daha da perçinler ve Nazım Türk şiirinin en güzel örneklerini oluşturan aşk şiirlerini hep bu “kızıl saçlı kadın” için 101 yıla mahkûm olsan bile ben senin arkandayım1935 yılında çıkan afla serbest kalan Nazım ve Piraye ve nihayet evlenirler. Ancak bu evlilik de politik baskılar, ekonomik sorunlar ve zorunlu ayrılık yılları nedeniyle kesintilere uğrar. Nazım’ın 1938 – 1948 yılları arasında hapishanede geçireceği yılların umutsuzluğunu, annesi ve dostlarının desteğinin yanı sıra Piraye’nin kısa ziyaretleri ve sevgisi azaltacaktır. Nazım umutsuzluğa kapıldığı uzun hapis yıllarında Piraye’ye kendisinden boşanmasını önerir. Piraye’nin cevabı “101 yıla mahkûm olsan bile ben senin arkandayım, bunu böyle bil… “ Cahit Uçuk ve Semiha BerksoyBu tutkulu sevda gün gelir heyecanını yitirir ve Nazım aradığı heyecanı başka ilişkilerde bulmaya çalışır. Tabii bu durum Piraye’nin gururunu incitir, kalbini kırar. Roman yazarı Cahit Uçuk ve opera sanatçısı Semiha Berksoy bu umutsuz günlerinde onun hayatına giren kadınlardandır. Sonuçta Piraye tüm bunlara anlayış göstermek ve affetmek zorunda kalacaktır Münevver HanımNazım’ın Münevver’le ilişkisi artık bardağı taşıran son damla olur. Münevver, Nazım’ın dayısının kızı olup Fransız asıllı bir anneden Sofya’da dünyaya gelmiştir. Münevver çocukluk arkadaşı olan Nazım’la, o hapiste iken önce mektuplaşarak daha sonra da ziyaretine giderek tekrar ilişki kurar. Bu durum Nazım’ın yıllar öncesine dayanan gençlik arzularını canlandırırken Piraye’ye karşı da suçluluk duymasına neden Rusya’ya kaçışla biten aşkNazım ve Münevver aşkı tam üç yıl 194851 sürer ve Nazım’ın Romanya üzerinden Rusya’ya kaçışıyla fiilen son bulur. Arkasında bırakıp gittiği Münevver’in aşkı ve sevemediği öz oğlu Mehmet’in hasreti vardır. Ancak Münevver’e olan hasreti Nazım’ın yeni yaşamında, yeni ilişkiler kurmasına engel Galina1952 Yılında tanıştığı Galina adlı genç bir Rus doktor Nazım için yeni bir aşkın başlangıcı olur. Galina Nazım’ın doktoru, hayat arkadaşı, evdeki yoldaşı, sağlık danışmanı, yediğini-içtiğini, tüm yaşamını denetleyen yardımcısı, yurt dışına birlikte gittiği eşi ve diğer yandan da Rusya adına onu kontrol eden devlet görevlisidir. Nazım, Galina’ya aşk şiirleri yazmasa da en uzun ilişkisini onunla VeraAncak Galina ile yaşayan, Münevver’i özleyen Nazım’ı yeni bir aşk beklemektedir. 1955 yılı sonlarında bir tesadüf eseri Vera’yla tanışır. Ancak o zaman şairin bilmediği şey Vera’nın evli ve bir kız çocuğu annesi olduğudur. Bu yıldırım aşk Nazım’ı tekrar canlandırır, onun yaşama bağlılığını, coşkusunu geri getirir. Sonuçta Vera’ya kocasından boşanarak birlikte yaşamaları konusunda baskı yapmaya, onu kıskanmaya Son Kadın “Saman Sarısı”Nazım’ın “Saçları saman sarısı, kirpikleri mavi, kırmızı dolgun dudaklı” diye 1961 de yazdığı “Saman sarısı” şiiri ile ölümsüzleştirdiği kadındır Vera. Kendinden otuz yaş daha küçük Vera’nın aşkı Nazım’ın başını döndürür. Artık yeni aşk şiirlerinin ilham kaynağı bu genç sevgili olur. 1960 yılı başında nihayet beklenen olur. Nazım’ın Galina ile olan sekiz yıllık uzun beraberliği boşanmayla sonuçlanır. Vera da uzun ve bunalımlı yıllar sonrası kocasından ayrılmayı başarır. İlk tanıştığı andan itibaren aşık olduğu Vera’ya kavuşur sonunda Nazım, yani muradına erer ve Vera’nın gönlüne girmeyi başarır. Nazım bundan sonraki aşk şiirlerini artık Vera için dedi banaKalsana dedi banaGülsene dedi banaÖlsene dedi banaGeldim,Kaldım,Güldüm,Öldüm…tarafından hazırlanmıştır...
Vera ve Nazım Aşka âşıktı Nazım. Güzel olan her şeye ve en çok da Vera’ya. /// VERA’ YA… iri iri damlalarıyla yağmur üzüm salkımıydı doğum gününde senin şaşkın ve sırılsıklam durdum önünde senin altın kubbeli bir ağaçtın denizin ortasında ilk ergenlik düşümden geliyorum sana bu şehrin bana verdiği en tatlı yemiş en akıllı söz en insan sokaksın günlük güneşlik rüzgârım benim saçları saman sarısı kirpikleri mavi karım benim Mayıs1962, Moskova /// Neyler zaman mavi gözlerindeki vurdumduymazlığa ve koca bir ömre sığan özgülük savaşındaki sevdaya. Dilsiz rüzgârların savurduğu memleket hasreti ile geçen çileli bir hayata ve Vera’nın Nazım’a olan aşkına.* Moskova arsız ve vakur, herkesin yalın kayıplarla dolu yaşamlarının bulunduğu bir şehirdir. O gün gelinle damat toprağın koynunda sadece nemli gözlerin bakakaldığı bir hoşçakalı, bir merhabayla buluşturmanın karmaşık duygularını yaşıyordu. Ayrılığın son bulacağı kabir başında biriken kalabalık tanık oluyordu bu kavuşmaya. Kucak kucağa külleri, aşkın son perdesinde ve dingin deniz gibi bulutlu gökyüzünün altında, usulca üstüne serildi Nazım’ın. Mezarlıkta büyük bir sessizlik vardı. Hemen başucunda duran memleket kokan çınarı bile, bir o kadar sakindi ki, tek bir yaprak bile yerinden oynamıyor, bütün heybetiyle tanıklık ediyordu herşeye. Özlemlerin, gidilesi yolların, yazılası şiirlerin, dakikaları sayan yelkovanlar gibi yarım kalan hasretin üzerine seriliyordu aşkın külleri. Bir sonun başlangıcıydı asıl hikâye. Asırlarca imrenilecek bir sarısı saçların, masmavi gözlerin. *** Moskova’da Nevodevici mezarlığının hemen giriş kapısının biraz ilerisinden sola doğru dönüldüğünde karşımıza çıkıyordu Mavi gözlü devin kabri. O gün mezarlıkta sade bir tören vardı. İhtişamdan uzak, bir o kadar da duygulu olan Nazım ve Vera’nın sevenleri hüzün dolu gözlerle Vera’nın Nazım’a kavuşmasını izliyordu. İnsan boyutundan biraz daha büyük yapılmış granitten mezar taşlarının hemen önü kırmızı karanfillerle sonra, yüreğinde ölümsüz bir sevdayı taşıyan çürüyen bedeni huzur bulacaktı. Sessiz kalabalık, bir süre Romantik devrimci Nazım Hikmet’in kabrine ve başucundaki çınar ağacına nemlenen gözlerle baktı. Memleket özlemiyle yanıp tutuşan şair, gözlerini Moskova’da hayata yumduğu için vasiyeti üzerine, Türkiye’den getirtilen toprak ve çınar ağacı ile bir nebze olsun huzura ermişti. Tek eksiklik, hayatının geri kalan beş yılını evli geçirdikleri ve birbirlerine büyük bir aşkla bağlı olduğu son eşi Vera idi. Birazdan Vera’da gelecekti ve Nazım yattığı yerde sevdiği kadın ile tam olarak huzuraerebilecekti. Uzaktan gelen bir avuç insan ellerinde beyaz bir vazo içinde getirdi Vera’yı. Vera’nın vasiyet ettiği gibi Nazım’ın kalp hizasına gömülecekti. Kalp hizasına gelecek seviyeye küçük bir çukur kazıldı ve beyaz porselen vazo,titizlikle oraya yerleştirildi. İlk toprağı Vera’nın ilk eşinden olan kızı Anna koydu. Anna gözleri yaşlı bir şekilde annesine son vedasını ederken, yakınları onu ağlamaklı gözlerle seyrediyordu. Böylece Mavi gözlü dev ve saman sarısı saçlı kadın, ayrılmalarından otuzsekiz yıl sonra birbirlerine bu şekilde kavuşmuş oldular. ’Küllerim bir battaniye gibi Nazım’ın üzerine serilsin’’ diyen Vera son yolculuğuna sakin bir şekilde uğurlandı. *** ’İnsan aşkta özgür olmalı’’ diyen Nazım, Vera’ya tutulduktan sonra bu tezini aşkın gücüyle çürütüp ’ekmek almaya bile birlikte gidelim’’ demeye başladı. Bağımsızlık üzerine kurulan mizacında savunduğu bütün teorilerin bir bir yok olması yaşadıkları aşkın ne denli derin olduğunun göstergesiydi. Fırtınalı yüreğinde çok büyük tufanlar koparan Nazım, aşkı ve huzuru son eşi Verda’da buldu. Çağdaş Türk şiirinin en büyük temsilcilerinden biri olan Nazım Hikmet yazdığı şiirlerin Türkiye’de yasaklanmasından sonra onbir ayrı davadan yargılandı. Cezaevlerinde oniki yılı aşkın bir süreyle yatıp çıktıve ömrünün büyük bir kısmı hapiste veya sürgün hayatıyla geçirdi. Bu yüzdendir aşka özlemi. Bu yüzdendir kadınlara olan sevdası. Nazım’ın hayatına birçok kadın girdi ve çıktı ama bir tanesi görür görmez etkiledi onu. Vera. Peki, bu kadar karmakarışık bir hayatın aşk hikâyesi, yaşanılan onca çile içerisinde nasıl başlamış ve nasıl sürmüştü. Rus bir ailenin tek kızı olan Vera kültürlü ve eğitimli bir bayandı. Sinema enstitüsünde okuyan Vera, ikinci sınıfa giderken sınıf arkadaşı ile evlenir ve mezun olduğunda kızı üç yaşına gelir. İyi ve mutlu bir aile hayatı süren Vera, okulu bitirir bitirmez bir kukla enstitüsünde çalışmaya başlar. Aldığı sinema eğitiminden ötürü başarılı bir iş hayatı olan Vera, bir süre sonra bir sinema yapım şirketinde çalışmaya karar verir. Oradada başarı kaydettiğinden dolayı bir Arnavut masalının çeşitli ülkelerde gösterime girecek olan bir film yapmakla görevlendirilir. Film projesi hızla devam ederken karşılaştıkları bir sorun herşeyi alt üst eder. Arnavut yaşamı ve Arnavutların nasıl giyindikleri konusunda bilgi sahibi olmadıkları için yapım şirketininde tavsiyesi ile bu konuda uzman olan bir kişiye danışmaya karar verirler. Bir sinema yönetmenin tavsiyesi üzerine Arnavutlar ile Türklerin yakın ilişkilerinin bulunduğunu düşünerek ve Nazım Hikmet’inde Türk olması sebebiyle ona başvurmaya karar verirler. Yazarlar birliğinden Nazım Hikmet’in telefonunu temin ederler Vera’ya aramasını söylerler. Fakat Vera Nazım ile konuşmaya çekinince olaya yönetmen arkadaşı Bulumberg el atar, onu Nazım’ı araması konusunda ikna etmeye çalışır. Fakat çabaları boşa çıkınca araya stüdyo şefi girer Nazım’ın telefon numarasını çevirip ahizeyi Vera’nın eline tutuşturuverir. Vera; Alo, Nazım Hikmet mi? Sizinle redaktör Vera Tulyakova konuşuyor.’’ der ve konu hakkında bilgi verir. Nazım Vera’ya hemen gelebileceklerini ile yönetmen arkadaşı Bulumberg zaman kaybetmeden Nazım Hikmet’in evine giderler. Nazım onları kapıda karşılayıp paltolarını çıkarmalarına yardım eder. Daha sonra Vera ile Blumberg’i ortasında kocaman bir masa bulunan bir odaya alır. Odanın duvarında Abidin Dino’nun yürüyüş tablosu, İstanbul’unrenkli bir fotoğrafı ve kendisine çok benzeyen büyük bir portresi vardır. Nazım Hikmet’in yanında onüç sene kendisine yaverlik eden, hemen hemen yazdığı bütün şiirleri bizzat Nazım’ın kendisinden dinleyen kadim dostu Ekber Babayevde vardır. Vera sinema filmi çekimlerinde yaşadıkları Arnavut kültürü ve giyimi hakkındaki sıkıntılarını anlatır. Nazım önüne bir kâğıt alır ve kurşun kalemle fakir bir köylü çocuğunun nasıl olması gerektiğini kendince resmeder. Ardından film konusunda ondan yardım talebinde bulunurlar. Bir süre onu ikna etmeye çalışırlar. Nihayetinde Nazım film konusunda yardım etmeyi ve stüdyo çalışmalarına katılmayı kabul eder. Böylece Vera ile Nazımın ilk tanışmaları gerçekleşir. Vera ve Blumberg kalkarken Nazım, Babayev’e dönerek; Fena kız değil, ilginç, ama göğsü düz.’’ der. Tatarca söylenen bu cümleyi Vera anlamış ve utancından yüzü kıpkırmızı kesilmiştir. Nazım’a birçok aşk şiirini yazdıracak olan dramatik hikâyeleri işte böyle başlamıştır. *** Dünyanın en soğuk şehirlerinden biri olan Moskova’ya kar Kasım ayında yağar ve yaklaşık altı ay boyunca kendisini soğuğun kucağına bırakır. İklim şartlarının zorluğunun yanı sıra ekolojik dengesinden dolayı havası da çok kirlidir. En büyük caddelerinden biri olan Tverskaya Caddesi’ni baştan aşağı yürüyünce eve dönüldüğünde saçların yeniden yıkanması gerekir. Dükkânların camları gün içinde defalarca temizlenmesine rağmen simsiyahtır. Bu yüzdendir Moskova’da kara siyah denmesi. Simsiyah karlara hapsolmuş bu şehirde 1955 yılının ayazlı bir Aralık ayındaki ilk tanışmalarıyla başladı hikâye. Nazım görür görmez vurulmuştu sarı saçlarına. Fakat bu tanışmanın aşka dönüşmesi iki yıl kadar zaman almıştı. 1957 yılının güzünde birbirlerini sık sık özleyip, gizli gizli buluşmaya başlarlar. Bu dönem içerisinde her ikiside başkalarıyla evlidir. Nazım Mürüvvet ile evliyken eşini sürekli aldattığı sevgilisi Galina, son dönemlerde Nazım’ın hemen hemen hiç yanına uğramamasından dolayı bir araştırma yapar ve Nazım’ın Vera ile olan aşkını ortaya çıkarır. Nazım Vera ile tanışmadan evvel, şiirden bir hayli uzak kalmıştı. İçinden şiir yazmak gelmiyordu ve sürekli Galina’nın yanında soluk alıyordu. Galina Nazım’ın şiir yazmamasına çok üzülüyor ama her defasında ikna çabaları boşa çıkıyordu. Fakat Vera’nın hayatına girmesi Nazım’a yeniden şiir tutkusunu aldığı ilhamla çokça şiir yazmaya başlamıştı. GalinaVera’dan ömür boyu nefret etse de Nazım’ı yeniden şiire bağladığı için bu aşka hep saygı duymuş ve sabırla Nazım’ı beklemişti. Fakat özgürlükten bahseden ve kadından kadına koşan Nazım Vera’nın aşkı ile kalbini sonsuza dek mühürlemişti. Birçok şiirinde ’aldattım aldatıldım’’ diyebilen dürüstlüğü ile de çok sevilen biriydi. Eğer aşk sevdiğinden yoksunsa aşkın rengi siyahtır. Bazen sevdiğinin saç rengine, bazen de gözlerindeki tılsımın rengine bürünür. Bambaşka terennümlere bulanır zaman içinde. Fakat iki taraf da evli olduğu için bir süre sonra çamur rengine dönüşür ve işler içinden çıkılmaz bir hal alır. Karman çorman olur ilişkileri. Özlemek simsiyah katranlar akıtırken yüreğe ayrı durmak mahpusta kalmak gibi hissettirir Nazım’a. Yakın çevreleri ve eşleri durumu bildikleri halde her şey onlardan yanadır ve geriye tek bir şey özleme acilen bir çözüm bulmak isteyen Nazım Vera ile açık açık konuşur. Ani bir karar alarak her ikisi de eşlerinden boşanır. Kısa bir süre sonra evlenirler. Her kavuşma bir hayalle başlar. Kurulan hayal ortaksa kavuşmanın keyfine doyum olmaz. Aşk yaşama sebeplerinden biridir onlar için ve vuslata dair tüm ümitleri evlendikten sonra daha da anlam kazanır. Ardın da bıraktıkları kişiler hayal kırıklıklarına bürünse de Nazım ve Vera kavuşmanın keyfini yeniden doğmuş gibi yaşamaya başlarlar. VERA YA Moskova’nın 110 kilometre doğusunda Oka ırmağında öğrendim gümüş türküsünü ırmakların Durup dinlenmeden akıp gitmenin ululuğunu Irmak gemilerinden suya düşen ışıkların çağrısını uzaklara Oka ırmağından öğrendim hasretlerinin dalgın deliliğini. Yaz geceleri Oka ırmağı İnce kumları ve sedefleriyle Ak bir kadını yıkayarak Aktı odamda kalın kütüklerinin arasından. Yaz geceleri düşmedi dallarından zamanların yaprakları Gitmeden gittim adını bilmediğim topraklara.. 16 Temmuz 1960 *** ’Gitmeden gittim adını bilmediğim topraklara’’ diyen Nazım Hikmet asıl aşkı o topraklarda ve asıl sevdayı o yıllarda yaşar. Memleket hasretiyle yanıp tutuşur. Sevdiği kadın yanında olsa da yüreğindeki hasret ateşini bir türlü söndüremez. Memlekete ve İstanbul’a olan hasretinden dolayı sık sık Moskova’daki kanalların sularını izler. Sanki boğazın sularını seyreder gibi… Moskova anlam olarak ’kıvrımlı su’’ demekti. Moskova’da bir sürü kanal vardı ve Nazım hep İstanbul’un sularını hayal edip derin düşüncelerle uzun uzun seyre dalardı. Sürekli Türkiye’den gelecek haberleri beklerdi. Sık sık uyku problemi yaşar uyuyamadığı zamanlarda kitap okurdu. Okuduğu kitaplara ödünç verirdi, uykusunu. Kovsunlar da bir köy çeşmesinde yıkasınlar yüzünü, hep ayık kalsın diye. Sabah’a kadar salonda uzandığı astarı solgun koltukta, gözleri yarı kapalı elindekini okuyarak beklerdi postacıyı. Postacı hiç aksatmaz, her sabah 0730’da gelirdi. Postacı posta kutusuna mektuplar, kitaplar ve gazeteler atardı. Posta gelince Nazım yerinde duramaz ayaklanır, büyük bir hız ve heyecanla bir çocuk gibi bahçe kapısının sürgüsüyle inatlaşıp tıka basa dolu kapağı kapanmayan posta kutusuna koşardı. Dostları Türk basınında çıkan gazetelerden yollardı. Fransız ve Moskova gazetelerinin ıslanmış makalelerinde yitik bir çizgi misali, silik yalnızlığın kucaklaştığı sarı bir umutla, alnından düşen damlacıkları eliyle sıvazlardı. Memleketten gelen gazeteleri eline aldığında avuç içleri terlerdi. Hep boğazdaki vapurları hatırlarcasına kadar olurdu memleketine, memleket topraklarında basılan gazeteleri eline aldığında. Daima gelecek güzel haberleri beklerdi. Daima… Türkiye’den gelecek güzel haberler…Yeniden Türkiye vatandaşlığına geçtiğinin ve yasağının kalmasını arzu ettiği haberler… Her yeni doğan güne Vera’sının koynunda uyanır ve hep umutla başlardı. Mutluluğun yanı sıra yaşadığı hüzünler onu güçsüz kılardı. Bu yüzden her defasında soluğu güvendiği ve gocunmadan yanında gözyaşı dökebildiği Vera’sında alırdı. Vera bir bebek gibi okşardı Nazımın gözyaşlarını. Öperdi onları üzülmesine hiç dayanamaz içlenirdi gizliden gizliye. Geceleri ise sürekli Türkiye radyolarını dinleyerek haberler edinmeye çalışır memleket özlemini bir nebze olsun bastırmak için uğraşırdı. Gün içerisinde evine birçok insan gelirdi. Onunla tanışmak ve fikir alış verişi yapmak isterlerdi. İçlerinde önemli yönetmenler ve kariyer sahibi kişilerde olurdu. Vera Nazım’ın misafirlerine ikramlarda bulunurken dahi aşkları etrafı aydınlatır sık sık göz göze gelip kaçamak gülücükler atarlardı birbirlerine. Yaşama kaynağı olmuştu Nazım’ın. Onu yeniden bütün gücüyle hayata bağlamış ve sürekli yaramazlık eden haylaz çocuk Nazım’ı biraz da olsa değiştirmişti. Bir taraftan aşkı yaşarken Totoliter sisteme olan savaşı da devam yazıkki yine aynı sistemin bulunduğu bir yerde yaşıyordu. Ama bu defa son aşkı yanındaydı. Aşklarını birçok zorluğa rağmen doya doya yaşar buldukları her fırsatta, birbirleri ile aşkın sınırsız hudutlarını aşarak kimseye aldırış etmeden ele ele kol kola dolaşırlardı. Birlikte yaşamaya çok alışmışlar sanki birlikte doğmuş gibilerdi. Hayatları hiç bitmeyecekmişçesine Ver’a titizlikle davranırdı Nazım’a. Herkes herşeye alışıyordu da Nazım hareketli yaşamı içinde yanında Vera olmasına rağmen birçok şeyin yoksunluğunu çekerek sıladan uzak olmaya alışamıyordu. Gitmek gibi birşeylerin eksikliği vardı hep gözlerinde. Ve yazdığı, söylediği şiirlerde’beni bir köy mezarlığına gömün, mezar taşı falanda istemem. Hani bir ceviz ağacı olsun başucumda ya da bir çınar’’ diyordu. Son treni kaçırırcasına ya da mahpustaymışçasına yaşayamadıklarının ve özlemini duyduğu bütün güzelliklerin notlarını derin bir sükûnetle,ince bir çizgiyle içeri sızan gün ışığına aldırış etmeden ajandasına yazıp usul usul öperdi iç gözyaşlarıyla bezenen sözcükler, yüreğine işler ve memleketin dağlarının süslediği o kıvrım kıvrım yolların vazgeçilmezliğiyle, Anadolu kıyısında bahar misali savrulan saman sarısı, güneş gibi parlak saçlı Vera’dan da bahsederdi. Büyük bir aşk ve ihtişamla. Ayrılıklar, hasretler yüreğinde volkanlar koparsa da, düşsede gözyaşları memleketten uzak koca bir yalnızlığa, hiç çekinmeden söylerdi bitmeyen inadını ve davasını güzel gözlü son kadınına. Nicedir dudakları değmezken yapışkan bir rakı bardağına, yanındayken bile ismini sayıklardı geceleri son kadınının. Sığmazken azına bir zeytin tanesi gecenin ayyaşlığında sızıp kalırdı düşlerini kiraladığı puslu duvarlara hapsolurcasına. O yüzdendir akan suları seyre dalıp dalıp gitmesi…Gözlerini kazırdı dudaklarına, bakışlarındaki yitik limanların çıkmazında, İstanbul’un düşüne dalardı, martılarla bölüşürdü simidini Vera’nın kollarında. Aşka aşıktı Nazım. Güzel olan herşeye ve en çok da Vera’ya. Çalıntı bir geçmişin acısını çıkarırcasına yazdığı her satırda basamadığı toprakların ayak izlerini bırakırdı ve dolanırdı ceviz ağaçlarının, çınar ağaçlarının gölgelerinde. Düşünde harmanladığı bütün tümceler lal bir diyarın türküsü gibi salınırdı dizelerinde usulca. Ayakaltında gezinen uykusuzluğuna söylenir gidilmemiş ülkelerin siparişlerini verirdi yorgun gözlerine, Vera’nın bembeyaz tenli koynunda. Abidin Dino’nun esbabındaki hatırasına kimi zaman çakılı kalan gözleri, cümlelerin bağdaşlığıyla uykusuzluğun döngüsünde sayıklatırdı hep Vera’ya olan aşkını yazdığı şiirlerle. Hangi ressam yapabilirdi bu güzelliğin resmini. Sanki tanyerinin ağardığı vakitte çıkan ışık gibiydi onun saman sarısı saçları. Hangi tualde vardı o renkler. Gözlerinin… Teninin… Hangi iklim betimleyebilirdi bu eşsiz aşkın mevsimini. VERA NIN RESMİ Kimseler yapamaz senin resmini Kıyıdan açılanın tanyerinden esenin Aramasınlar seni renklerin atlıkarıncasında Dayanmış tahta parmaklığa bir bağ taraçasında iklimler Bizden en uzak gezegenin kederi Aramasınlar seni uyaklarında ışıkla gölgenin Sen oyunun dışındasın oylumların da yüzeylerin de Bir yerlerde bir sevinç günün birinde fışkırır Kimseler yapamaz senin resmini Kıyıdan açılanın tanyerinden esenin Sen kendi resmini kendin de yapamazsın Gümüş kanatlı bir balık sıçrıyor enginde Aynaların içine girip ötelere gitme boşu boşuna Yitirilmiş erkekler gelir kadınlar koğuşuna geceleri Sen kendi resmini kendin de yapamazsın Bir açılıp bir kapanır kapılar yüreğinde Senin resmini ben yapacağım. 4 Mayıs 1962 Nazım Vera’nın ona yaşattığı eşsiz duygulara rağmen, hiçbir zaman alışamadığı yaşadığı şehre. Kendi sürgün, aşkı yanı başındaydı oysa. Her gezmeye çıktıklarında oraları sanki ilk kez görmüşçesine şaşkın gözlere bakardı etrafa. Ne taşı benziyordu ne toprağı ne de havası yanıp tutuştuğu memleketine. Ah bir kez ciğerlerine çekebilseydi sıla kokusunu o vakit silkelenip gelecekti kendine, lakin Vera’nın kokusunda buluyordu tüm doyamadıklarının hazzını. Vera Nazım’ın bütün hallerine, karmaşasına ve verdiği savaş uğruna başına gelenlerin doğurduğu sonuçlarla yaşamaya alışmış ve çoktan kabullenmişti her şeyi. Arada bir söylenirdi Nazım’a; ’Biz ne yapabiliriz elimizden ne gelir ki. Bu sistemi biz mi değiştireceğiz.’’ derdi. ’ Ger gün ölme bunlar için!’’ Nazım; ’Hayır!!’’ diyordu. ’ Bunlara savaş açmalıyız, insanlara asıl olan biteni tüm gerçekliğiyle anlatmalıyız.’’ Zavallı Vera nereye gitseler arkalarından gelen sivil polislerin iğneleyici bakışları arasında yaşamaya çalışıyordu aşkını. Bazen umursamadan fütursuzca bazende hüzünlenerek isyan edercesine. Vera aşkını tüm zorluklara rağmen yaşamaya alışmıştı alışmasına ama içinde de uhdeler kalmıyor değildi. Normal insanlar gibi yaşayamıyordu hislerini. Nazım’ı avutmakla dolu bir hayattı onunkisi. Her zaman özgürlükten yana ama anarşist olmadan yaşamını sürdürme gayesindeydi Nazım. Tek amacı şiirleriyle, gazete demeçleri ve yazdığı tüm yapıtlarla sesini duyurmaya insanları özgür bir yaşam alanında varolmaya adayan Nazım aşka olan hasretini giderdiği son kadınına yazdığı şiirlerle Vera’sını onurlandırıyor ve onu ne kadar çok sevdiğini haykırıyordu tüm dünyaya. Vakitlerinin çoğunu yazdığı oyunları sahneye koydurmakla ve gazetelere, dergilere şiirler yazılar göndermekle geçiren âşıklar, aşklarını bu şekilde yaşamaya alışmışlardı. Nazım sürekli Vera’ya sağdan soldan topladığı Türklerle ilgili haberleri anlatır memleketinden bahsederdi. Hatta evde dahi hep Türk yemekleri pişerdi. Vera’ya sık sık Türk edebiyatını anlatırdı. Birlikte okur birlikte incelerlerdi. *** Arada sırada tartışırlardı. Bir gün yine bir konu hakkında tartışırken Nazım çok sinirlenmiş ve sesini yükseltmişti. Nazım bakımlı kadınları çok beğenirdi. Vera ise yüzüne su ve sabundan başka hiçbir şey sürmez asla makyaj yapmazdı. Saman sarısını saçlarını da çoğu zaman bakımını kendisi yapardı. Bembeyaz omuzlarına dökülen sapsarı saçlarını bazen tepeden toplar Nazım’a değişik gözükmeye çalışırdı. Bir yılbaşı gecesi davete katılacaklardı. Vera’da sürpriz yapmak isteyip berbere gitmişti. Giderken de Nazım’a küçük bir not yazıp nereye gittiğini söylemişti. Çok kıskanç olan Nazım bir süre sonra dayanamayıp berberin önünde dolanmaya başlayınca içerden Nazımı gören bayanlar Vera’ya haber verdiler. Vera birden telaşa kapılıp yüzünü kapatarak dışarı çıktı. Onu tanıyamayan Nazım ise yanından geçip giderek hızlı adımlara eve doğru yol aldı. Az sonra eve gelen Vera’yı gören Nazım küplere bindi. Bağırdı çağırdı kıskançlıktan adeta patlamak üzereydi. Küslükleri çok kısa sürer her defasında mühürlenen dudakların neminde göz göze gülümseyerek barışırlardı. Öyle de oldu. En az Nazım kadar Vera da kıskançtı. Bir yere girdikleri zaman bütün kadınlar akıllarını kaçırmış gibi Nazım’a bakarlar ve Vera’da öfkeden deliye dönerdi. Hayatının hiçbir anını bomboş yaşamayan Nazım bir gününü dolu dolu geçirir ve her günü bir yıl olarak kabul edip sürekli Vera’ya çok az vakti kaldığından bahsederdi. Vera’nın çocuk özlemine bile karşılık veremeyecek kadar meşgul olduğunu anlatır ve doğacak bir çocuğun sorumluluğundan daha büyük sorumlulukları olduğunu anlatırdı. İlk zamanlar Vera bu durumdan çok şikâyetçiydi ama ilerleyen zaman içinde Nazım’ı anladı ve bu durumu kabullendi. *** // Bir anda başlamamıştı hikâyeleri ama aniden bitivermişti.// 1963 yazıydı. Yine uykusuz geçen bir gecenin ardından yarı kapalı gözlerle Postacının gelmesini bekliyordu Nazım. O gün postacı her zaman geldiği saatten bir saat evvel gelmişti. Saat 0630 sularıydı. Nazım yine bir çocuk edasıyla postacının getirdiği gazete ve mektupları almak için oturduğu apartmanın ikinci katından hızla inerek posta kutusuna yönelmişti. Memleketten gelecek güzel haberlerin umuduyla posta kutusundaki gazeteye uzandı. Fakat gazeteyi dahi alamadan oracıkta kalp krizi geçirerek hayata gözlerini yumdu. Yıllarca Nazım’ın anılarıyla yaşayan Vera her gün Nazım’a kavuşacağı günü bekledi. Aralarındaki otuz yaş fark vardı ve Nazım öldükten otuzbeş yıl sonra ancak hayata gözlerini yumabildi. Nazım’dan sonra hiç kimseyle evlenmeyen Vera sık sık sevdiklerine küllerimi Nazım’ın kalp hizasına gömün diyerek vasiyet ederdi. Özgürlük mücadelesinde geçen koca bir ömre sığan beş yıllık bir aşk hikâyesi. Saman sarısı saçlı mavi gözlü Vera ve Nazım asırlarca konuşulacak bir aşk yaşadılar. Nazımın ölümünden bir süre sonra Vera evde küçük bir kağıt parçasına yazılmış bir not buldu. Notta şunlar yazıyordu; VERA YA Gelsene dedi bana Kalsana dedi bana Gülsene dedi bana Ölsene dedi bana Geldim Kaldım Güldüm Öldüm 1963 Nazım Hikmet’in ölümünden kısa bir süre sonra Vera’nın bulduğu bu not yaşadıkları derin aşkın kısacık bir özeti gibiydi. Zaman Nazım’ın yarasının merhemi olamadı ama Nazım adını asırlarca okuyacak bir neslin kalbine altın harflerle yazdı. Savaşıyla, çileleriyle ama en önemlisi de Vera’ya olan bağlılığıyla. Haz 1, 2014
1Bugün Mavi Gözlü Dev'in 57'inci ölüm yıldönümü. Nazım Hikmet, hepimiz onu en meşhur dizeleriyle tanıdık, belki de ölümünden sonra kıymeti en çok anlaşılan şairlerden. Ancak pek çok edebiyatçıda olduğu gibi, onun da özel hayatının ilginç detaylarını kaçırdık. Ancak Nazım Hikmet'in kişisel yaşantısı da, en az edebi hayatı kadar güzel detaylarla dolu. Nazım Hikmet'in aramızdan ayrılışının 57'nci yılında, bugüne kadar yapmadığımızı yapıp, hayatının az bilinen detaylarına bakalım. İşte Nazım Hikmet'e dair az bilinen 12 detay...2'Yahya Kemal, şiirimi okuduktan sonra kedimi getirmemi söyledi' Dedesi Nazım Paşa'nın etkisiyle şiirler yazmaya başlayan usta kalem, yaşamının ilk yıllarını ve şiire başlama hikayesini, yaptığı bir açıklamada şöyle anlatmıştıBen 1902 yılında, 20 Ocak'ta Selanik'te doğdum. Dedem valiydi, şiirle ilgilenirdi. Annem ressamdı, birkaç yabancı dil bilirdi. Babam önce elçilik, daha sonra üst düzey memurluk yaptı. İlk şiirimi 13 yaşındayken yazdım. Bir yangını anlatıyordu. Ailem benim harika bir çocuk olduğuma karar vermiş ve şiir yazmamı telkin etmeye başlamıştı. 15 yaşında bahriye okuluna verdiler. Deniz subayı yapmak istiyorlardı beni. Okuduğum sınıf ikiye ayrılmıştı. Bir kısmı sporla, diğeri şiirle uğraşıyordu. Ben şairler tarafına düştüm. Okulda bize tarih ve edebiyat derslerini ünlü Türk şairi Yahya Kemal veriyordu. Kedimi anlatan bir şiir yazmıştım. Yahya Kemal, şiirimi okuduktan sonra kedimi getirmemi söyledi. Tüyleri dökülmüş, çelimsiz bir kediydi. Yahya Kemal o zaman bana 'Bu kadar allayıp pullayabildiğine göre, senden kesin şair olur.' demişti. 16 yaşındayken Yeni Mecmua'da 'Servilikler' adlı şiirim yayınlandı. Bu şiir herkes tarafından beğenilmişti. 17 yaşında artık yazdıklarım ciddi ciddi Barış Ödülü Şiirleriyle ilgili açılan pek çok davada beraat eden Ran, 1933'e kadar "gizli örgüt kurmak" suçundan daha sonra ise "orduyu ve donanmayı isyana teşvik" suçundan tutuklandı ve 28 yıl 4 ay hapis cezasına mahkum edildi. Genel Af Yasası'ndan yararlanarak, 1950'de serbest kalan şaire, Dünya Barış Konseyi tarafından Picasso, Paui Rubeson, Wanda Jakubuurska ve Pablo Neruda'yla birlikte "Uluslararası Barış Ödülü" verildi. Ran, 25 Temmuz 1951'de Bakanlar Kurulunca Türk vatandaşlığından çıkarıldı. Aynı yıl şairin oğlu Mehmet dünyaya Üç günlük açlık grevi Nazım’ın en yakın arkadaşları, Garip Akımı'nın da öncüleri Orhan Veli, Melih Cevdet ve Oktay Rıfat, Nazım’ın özgürlüğe kavuşması için, üç günlük açlık grevine yatarlar…5Nazım Hikmet Gemisi Sovyetler Birliği’nde Nazım Hikmet’in ölümünden sonra kurulan bir komite, büyük bir yük gemisine “Nazım Hikmet” adının verilmesi kararını alır. İlk seferini 12 Ağustos 1965’te Odesa Limanından yapan geminin törenine, Nazım’ın karısı Vera, dünyanın birçok ülkesinden şairler ve yazarlar katılır. Türkiye’den ise katılan tek yazar vardır; o da Aziz Ali Yücel Nazım Hikmet'e dava açar Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, hapiste parasızlık çeken Nazım’a gizlice parasını ödeyerek çeviri yaptırmış. Dünya klasiklerini Rusça ve Fransızcadan Türkçeye çevirtmiş. Fakat daha sonraları komünistleri koruyor ve komünizm propagandası yapıyor suçlamasıyla karşılaşmış. Önce Mareşal Fevzi Çakmak, sonra da Demokrat Parti İstanbul İl Başkanı Prof. Kenan Öner ile davalık Paşa Dayısı Atatürk’ün en yakın silah arkadaşlarından Ali Fuat Cebesoy Paşa, Nazım hikmet'in dayısıdır. Ancak dayı ve yeğenin ilişkilerine dair pek detay bilinmiyor. 8Ceviz Ağacı'nın öyküsü Nazım Hikmet'in sonradan Cem Karaca tarafından da seslendirilen şiirini herkes bilir. Şiirini bilmeyenler en kötü ihtimalle en az bir kez dinlemiştir o güzel şarkısını. Nazım Hikmet Gülhane parkındaki bir ceviz ağacının altında sevgilisi ile buluşmak üzere randevulaşır. Buluşacakları gün Gülhane parkına gider ve ceviz ağacının altında beklemeye başlar. Tam bu sırada polisler de orada devriyeye çıkmıştır. O dönemlerde Nazım Hikmet arananlar listesinde olduğu için polislerden gizlenmek durumunda kalır ve bu ceviz ağacına çıkar. Ağacın tepesindeyken sevdiceği gelip her şeyden habersiz ceviz ağacının altında beklemeye baslar. Polislerden dolayı aşağıya seslenemez ve çaresizce çıkarır kalemi kağıdı ceviz ağacının tepesinde bu şiiri yazar; “Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında. Ne sen bunun farkındasın, ne de polis farkında…”9Atatürk’le Nâzım’ın karşılaşması İnebolu’daki kısa süreli devrenin ardından Ankara’ya giden iki şaire kutsal bir görev verilir. Buna göre İstanbul’daki gençleri milli mücadeleye davet eden bir şiir yazmaları istenir. Mart 1921’de on bin adet bastırılıp dağıtılan bu şiirin yankısı çok büyük olur. Öyle ki İstanbullu gençlerin Ankara’ya akın ederlerse onlara nasıl iş bulunacağı tartışılmaya başlanır. Daha sonra genç şairler Atatürk’e takdim edilir. Nâzım’ın çocukluktan itibaren arkadaşı ve Ankara’da da yanında olan Vâlâ Nureddin ’Bu Dünyada Nâzım Geçti’’ kitabında olayı şöyle anlatır “Basmakalıp laflara ihtiyaç duymaksızın, Mustafa Kemal, bizim için çok önemli bir sadede girdi Bazı genç şairler modern olsun diye mevzusuz şiir yazmak yoluna sapıyorlar. Size tavsiye ederim, gayeli şiirler yazınız, dedi. Daha da konuşacaktı. Fakat aceleyle yanma bir iki kişi yaklaştı. Bir telgraf getirdiler. Paşa göz atınca telgrafla ilgilendi. Eliyle selamlayıp bizden uzaklaştı.’’10Atatürk'ten Nazım'a öğüt Nâzım Hikmet, şiirleriyle destek verdiği Milli Mücadele’ye bizzat katılmaya karar verir. Onunla birlikte Anadolu’ya geçenler arasında yakın arkadaşı Vâlâ Nureddin’den başka iki genç şair, Yusuf Ziya Ortaç ve Faruk Nafiz Çamlıbel de vardır. Ankara’ya kabul edilenler ise Nâzım Hikmet ve Vâlâ Nureddin olur, diğerleri İnebolu’dan İstanbul’a geri dönerler. Nâzım Hikmet ve Vâlâ Nureddin uzun bir yolculukla Ankara’ya varınca İstanbul’daki gençliği Anadolu’daki mücadeleye çağıran bir şiir yazarlar, şiir binlerce adet bastırılıp dağıtılır. Nâzım Hikmet, Ankara’da Milli Mücadele’ye destek için gelmiş olan aile fertleriyle buluşur ve Atatürk’e takdim edilir. Atatürk, Nâzım ve Va-Nu’ya mevzusuz şiir yazmamalarını, gayeli şiirler yazmalarını öğütler. Sonra da öğretmen olarak görevlendirilirler. Nâzım Hikmet, Bolu’ya, görev yapacağı okula Nazım Hikmet'in lakabı Nazım Hikmet'in lakabı, 'Güzel Yüzlü Şair' veya 'Mavi Gözlü Dev'dir. Yasaklı olduğu yıllarda Orhan Selim adını da kullandığı olmuştur. Hatta İt Ürür Kervan Yürür kitabı Orhan Selim imzasıyla ayrılışı... Nâzım ile son aşkı Vera, şairin hayatının bu dönemlerini oldukça güzel ve renkli geçirirler. 3 Haziran 1963 sabahı Nâzım kapıdaki mektupları almak için eğildiğinde kalp krizi geçirir. Hastaneye gittikleri sırada Nazım Hikmet hayata veda eder. Vera, Nâzım’ın kimliğini almak adına cüzdanını açtığı zaman kendi fotoğrafını ve arkasında da şairin yazdığı şu dizeleri görür“Gelsene dedi banaKalsana dedi banaGülsene dedi banaÖlsene dedi banaGeldimKaldımGüldümÖldüm”
BİR AYRILIŞ HİKAYESİErkek kadına dedi ki-Seni seviyorum,ama nasıl,avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıpparmaklarımı kanatarakkırasıyaçıldırasıya...Erkek kadına dedi ki-Seni seviyorum,ama nasıl,kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz,yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,yüzde hudutsuz kere yüz...Kadın erkeğe dedi ki-Baktımdudağımla, yüreğimle, kafamla;severek, korkarak, eğilerek,dudağına, yüreğine, ne söylüyorsamkaranlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana..Ve ben artıkbiliyorumToprağın -yüzü güneşli bir ana gibi -en son en güzel çocuğunu emzirdiğini..Fakat neyleyimsaçlarım dolanmışölmekte olan parmaklarınabaşımı kurtarmam kabildeğil!Senyürümelisin,yeni doğan çocuğungözlerine bakarak..Senyürümelisin,beni bırakarak...Kadın kitap düştü yere...Kapandı bir pencere...AYRILDILAR... nazimolmak
nazım hikmet gelsene dedi bana hikayesi